Mevcut dünya siyasetinin en tartışmalı ismi ABD Başkanı Donald Trump, henüz görevdeki ikinci yılında uyguladığı dış politika ve ticaret yaklaşımlarıyla ülkesini uluslararası arenada giderek daha fazla yalnızlaştırıyor.
"Amerika'yı yeniden büyük yapalım" sloganıyla Beyaz Saray'da göreve başlayan Trump, başkanlığının henüz ilk döneminde ülkesini uluslararası sisteme ciddi şekilde yabancılaştırdı.
Soğuk Savaş'ın ardından uluslararası sisteme liderlik yapıp yapamadığı tartışılan ABD'yi "kendi müttefikleriyle bile anlaşamayan bir ülke" haline getiren Trump, adeta "züccaciye dükkanına giren fil" gibi ülkesinin ikili ilişkilerini teker teker sarsıyor.
Uluslararası kurum ve anlaşmaları tanımıyor
Göreve geldiğinden bu yana ABD'yi Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA), Paris İklim Anlaşması, Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması (TTIP) ve son olarak da İran'la nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çeken Trump, "uluslararası kurum ve anlaşmaları tanımayan bir lider" profiliyle dünya kamuoyunda hayli eleştiri topluyor.
ABD'nin bu tutumunu AA'ya değerlendiren Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı Washington Ofisi (SETA DC) Koordinatörü Kadir Üstün, durumu, "Trump, ABD'nin müttefikleriyle bir arada çalışmak istemiyor; bunu Kudüs ve İran kararlarında açıkça görebilirsiniz. Trump, hem müttefikleriyle hem de rakipleriyle birebir çalışmak istiyor." şeklinde nitelendiriyor.
ABD'nin ekonomik gücünü müttefikleri de dahil her ülkeye karşı kullanılabilecek bir silah gibi gören ve bunu sivri şekilde dile getiren Trump'ın bu yaklaşımı, yeniden büyük olacağı iddia edilen ABD'yi uluslararası arenada yalnızlığa itiyor.
Kudüs kararında tek başına kaldı
Kötü yönetilen Obama'nın 2. döneminin ardından ABD'de göreve gelen Trump, dış politikada İsrail'i baş dost, İran'ı da baş düşman olarak gören bir yaklaşımı benimsedi.
Orta Doğu barışı ile ilgili tüm müzakereleri ve Filistin tarafını hiçe sayan Trump'ın "Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma" adımı karşısında, İsrail ve birkaç ada ülkesi dışında neredeyse tüm dünya birleşti.
6 Aralık 2017'de bu karar açıklanırken, 21 Aralık'ta Türkiye'nin de girişimiyle hazırlanan ve ABD'nin kararını eleştiren tasarı, Trump'ın "ekonomik yardımları kesme" tehdidine rağmen BM Genel Kurulunda 9’a karşı 128 oyla kabul edildi.
Hemen tüm AB ülkelerinin desteklediği tasarıda ABD ve İsrail; Guatemala, Honduras, Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru, Togo ve Palau ile baş başa kaldı.
Böylece Washington yönetimi, sadece İslam dünyasını değil, neredeyse İsrail dışında tüm dünyayı karşısına almış oldu. Trump’ın bu kararı, Orta Doğu barışında ABD’yi denklemin dışına itti.
Bu süreçte iki kez Orta Doğu’ya giden ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, hiçbir Filistinli yönetici ile görüşemeden eli boş döndü. Bu durum, Orta Doğu barış sürecindeki arabulucu rolünü giderek kaybeden ABD’nin bölgedeki diplomatik meşruiyeti açısından kritik bir eşik oldu.
İran konusunda AB ile ayrıştı
Trump liderliğindeki ABD, "tarihi" olarak nitelendirilen İran nükleer anlaşmasından ayrılma konusunda da İsrail dışında güçlü bir destekçi bulamadı.
8 Mayıs 2018'de bu uluslararası anlaşmadan tek taraflı ayrıldığını açıklayan ABD'ye, anlaşmanın diğer paydaşları İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya'dan güçlü itirazlar geldi.
Özellikle AB ülkelerinin "anlaşmanın yeniden müzakere edilmesi" yönündeki çağrılarına kulak tıkayan Trump yönetimi, ağustos ve kasım aylarında iki paket halinde yürürlüğe girecek İran yaptırımlarıyla "tek taraflı bir yaptırım rejimi" için ilk adımı attı.
Ancak AB Komisyonu'nun, İran'a yönelik uygulanan yaptırımlardan Avrupa şirketlerini koruyabilmek amacıyla hazırladığı Engelleme Mevzuatı'nı güncelleyerek yürürlüğe koyması, ABD'nin tek taraflı yaptırım rejiminden AB'nin duyduğu rahatsızlığı net bir şekilde ortaya koydu.
BM ve NATO rahatsızlığı
BM'de yalnız kalan ABD, BM'ye ayırdığı bütçede 285 milyon dolar kesintiye giderken de BM Filistinli Mültecilere Yardım Ajansına (UNRWA) ve BM Nüfus Fonuna aktarılan kaynakları keserken de "ekonomik cezalandırma" yöntemini seçti.
Bu yöntemin ne kadar işe yaramaz olduğu, Saddam dönemi Irak'ına karşı hem de BM şemsiyesi altında uygulanan yaptırımlarda da görülmüştü. Ekonomiyi bir "terbiye aracı" olarak kullanmak, sadece bunu yapanlara karşı o toplumdaki tepkiyi artırıyordu.
Trump'ın NATO konusunda da sürekli "biz daha fazla para veriyoruz, diğerleri de versin" şeklindeki ittifakı ticari bir işletmeye indirgeyen yaklaşımı, NATO üyeleri arasında ciddi rahatsızlığa neden oldu.
BM'de olduğu gibi NATO konusunda da Trump, uluslararası ittifak ruhu yerine ABD'nin günlük ekonomik çıkarını önceleyen bir şirket yöneticisi gibi hareket etmekle eleştirildi.
Bu yaklaşımın dünyada ne kadar kabul gördüğünü anlamak için Kanada'daki son G-7 Zirvesine, Trump'ın İngiltere ziyaretine, Münih'teki güvenlik konferansına ve daha birçok benzer skandal fotoğrafa bakmak yeterli. Hepsinde de müttefikleriyle kavga eden, onların liderlerini söz ve eylemleriyle "aşağılayan", diplomatik nezaket konusunda sorunlar yaşayan bir lider profili öne çıkıyor.
"ABD'nin güvenilirliği büyük ölçüde azaldı"
Nitekim Washington merkezli Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü Kıdemli Uzmanı Jacob Kirkegaard, Trump yönetimi sırasında ABD'nin dünya genelinde güvenilirliğinin azaldığını vurguluyor.
AA'ya konuşan Kirkegaard, Trump'ın ticaret ve gümrük vergilerini dış politika aracı olarak kullandığını ve bu politikanın merkezinde "Önce Amerika" söyleminin yer aldığını belirterek şunları söyledi:
"Hiçbir ülke Trump'ın sözlerini ve hatta uluslararası anlaşmalara bağlılığını göründüğü gibi kabul etmemeli. Bu kadar sağlam fikirlerden yoksun ve değişken bir başkan nedeniyle ABD'nin güvenilirliği büyük ölçüde azaldı. Amerikan liderliğine bakan dünya hayal kırıklığına uğradı. Trump yönetimiyle anlaşma yapmak isteyen herkesi uyarırım, çünkü yarın sabah Trump uyandığında anlaşmadan vazgeçebilir."
Ticaret savaşları nereye?
Dış politikada "Önce Amerika" söylemini "Sadece Amerika" yaklaşımına tahvil eden Trump'ın bu yönetim tarzı, ABD'nin uluslararası ticaretine de kısa sürede yansıdı.
Daha önce müzakere edilmiş uluslararası anlaşmaları beğenmeyen Trump, ABD'nin koşulları dışındaki hiçbir koşulu kabul etmeyen yeni bir zeminde oyun kurucu gibi hareket etmek istiyor.
23 Mart'ta ithal çelik ve alüminyuma sırasıyla yüzde 25 ve yüzde 10 ek gümrük vergisi getiren Trump yönetimi, sadece rakibi Çin'i değil, ABD'ye bu ürünleri ihraç eden AB ülkelerini, Kanada ve Meksika gibi komşularını ve Türkiye gibi NATO müttefikini de aynı karşıt kutba itti.
Bu süreçte Türkiye dahil söz konusu ülkelerden ithalat yapan ve çelikle alüminyum hammaddelerine bağımlı Amerikalı üreticilerin bu durumdan olumsuz etkilenmeleri kaçınılmaz hale geldi.
Öyle ki önceki gün yazılı açıklama yapan ABD Ticaret Odası Başkan Yardımcısı ve Uluslararası İlişkiler Başkanı Myron Brilliant, "Türkiye'den ithal edilen mallar üzerindeki gümrük tarifelerini artırmak ABD için ciddi riskler teşkil ediyor." ifadesini kullandı. Elbette bu değerlendirmeyi diğer ülkeleri de katarak genişletmek mümkün.
Trump yönetimi, "ulusal güvenlik" gerekçesiyle attığı bu çelik-alüminyum adımıyla hem rakip ve müttefiklerini aynı zeminde bir araya getirmiş, hem de kendi üreticilerini kısa ve orta vadede zarara soktu.
Nitekim konuyu Dünya Ticaret Örgütüne (DTÖ) taşıyan AB ülkeleri ve Türkiye, ABD'nin uluslararası normları ciddi şekilde zedelediğini ve tek taraflı hareket ettiğini savunuyor.
ABD'deki birçok ekonomi uzmanı, Trump'ın bu yaklaşımının orta vadede Amerikan firmalarına ve tüketicilerine önemli zararlar vereceğine dikkati çekerken, bu süreçte bozulacak uluslararası ticari dengelerin yeniden kurulabilmesinin ise çok kolay olmayacağının altını çiziyor.
Amerikalı iktisatçı ve New York Times yazarı Paul Krugman, Trump'ın başlattığı ticaret savaşlarıyla ilgili 31 Mayıs'taki yazısına "Ne kadar da aptalca bir ticaret savaşı-biraz da dengesiz" başlığını seçti.
"Bu ticaret savaşı Amerika için istihdam katili olacaktır." değerlendirmesini yapan Krugman, maddeler halinde Trump'ın neden yanıldığını iktisadi bağlamda anlattı.
Çin'le ticari savaş
Bu süreçte Çin ile daha derin bir ekonomik savaşa giren ABD'nin çelik ve alüminyuma getirdiği gümrük vergilerine karşılık Pekin, nisan ayı başında ABD menşeli 128 ürüne yüzde 15 ila yüzde 25 ek tarife getirdi.
Aynı günlerde ABD yönetimi, Çin'in, Amerikalı şirketlerin teknolojilerini ve fikri mülkiyetlerini ele geçirmeye yönelik usulsüz faaliyetleri gerekçesiyle 50 milyar değerindeki bini aşkın Çin menşeli ürüne yüzde 25 ek gümrük vergisi getireceğini açıkladı.
Çin'in bu adıma cevabı gecikmeyerek ABD'den ithal edilen 50 milyar dolar tutarındaki 659 ürüne yüzde 25 gümrük vergisi getirildi.
Trump, 18 Haziran'da Çin'in daha önce açıkladığı tarifelere misillemeyle karşılık vermesi halinde 200 milyar dolarlık daha gümrük vergisi uygulanması talimatını verdi.
6 Temmuz tarihinde ise ABD yönetimi, Çin'den ithal edilen 34 milyar dolar değerindeki 800'den fazla ürüne yüzde 25 ek gümrük vergisi uygulamaya resmen başladı. Çin yönetimi ise Trump'ın tüm tehditlerine rağmen ABD'nin ithal ürünlere yönelik mütekabil tarife artışlarının "anında yürürlüğe girdiğini" duyurdu.
ABD-Çin restleşmesinde yeni perde 23 Ağustos'ta açılacak. Çin'e yönelik ikinci vergi dalgasını bu tarihte uygulamaya sokacak ABD'ye karşı Pekin de mütekabil vergileri aynı gün getireceğini ilan etti.
Bu ticaret savaşlarının dünya ticaretine yaptığı etkiler tartışılırken, Çin Makro Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü'nden Li Fuyi, Çin Uluslararası Radyosunda yer alan analizinde Çin'in ABD'nin daha önceki ekonomik rakiplerinden farklı olduğunu savunuyor.
Fuyi, son 50 yılda önce Sovyetler Birliği'nin, sonra da Japonya'nın, ABD'nin gayrisafi yurt içi hasılasının (GSYİH) yüzde 60'ını geçtiğini ve bu noktadan itibaren Washington'ın bu ülkelere karşı ekonomik savaş başlattığını belirtiyor.
Fuyi, ABD'nin hem Moskova'yı hem de Tokyo'yu sınırlandırabildiğini ancak mevcut uluslararası finansal düzende Pekin'in daha güçlü bir aktör olduğunu dile getiriyor.
ABD dışındaki alternatifler
Tüm bu gelişmeler yaşanırken ABD'nin dünya sisteminde tek alternatif olmadığı, artık birçok orta ölçekli ve büyük gücün birden fazla seçeneğe sahip olduğu daha net ortaya çıkmaya başladı.
Trump'ın aynı anda hem Çin, hem de AB ile ticaret savaşları büyürken, Rusya ve Çin kendi aralarındaki ticarette ABD doları yerine daha fazla Çin yüeni kullanacaklarını açıkladı.
ABD'nin ekonomik yaptırımlarını karşılamaya hazırlanan İran, Çin ve Hindistan ile daha fazla ticari ve siyasi birlik inşa edebilmek için yeni adımlar attı.
Benzer şekilde ABD'nin Pakistan'a yaptığı 255 milyon dolarlık güvenlik yardımını askıya alması, bu ülkeyi Çin ve Hindistan ile ilişkilerini artırmaya sevk etti.
Son olarak önce ulusal güvenlik gerekçesiyle çelik ve alüminyuma ilave vergi getiren, ardından Amerikalı rahip Andrew Brunson'ı mazeret göstererek Türkiye'ye yaptırım kararı alan Trump yönetimi, aslında eleştirdiği Ankara-Moskova yakınlaşmasına daha fazla katkı yapmış oldu.
Tüm bu örnekler, ABD'nin ekonomik gücünü ve parasını bir dış politika aracı olarak kullanma yaklaşımının mevcut çok kutuplu dünya düzeninde eskisi kadar işe yaramayacağını gösteriyor.
Nitekim geçen yıl Washington Post'ta yer alan bir analizinde London School of Economics'te (LSE) öğretim görevlisi Brian Klaas, "Önce Amerika, yalnız Amerika'ya evriliyor" başlığını kullanmış, ABD'nin giderek daha yalnız ve az güvenilir bir müttefik olduğunu anlatmıştı.
"Ateşin üstüne benzin döktü"
Kuşkusuz bu süreçte Trump yönetiminin NATO müttefiki Türkiye'ye yönelik ekonomi temelli çıkışlarına ayrı bir parantez açmak gerekiyor.
Trump'ın Türkiye'ye ilave vergiler getiren kararını yorumlayan Kirkegaard, "Hiç kuşku yok ki Trump ateşin üstüne benzin döktü. Trump'ın bu hareketi, ABD'nin müttefiki ülkelerin ABD'ye daha az güveninin olacağını gösteriyor. Çünkü bu başkan için bu tür ilişkiler çok fazla anlam taşımıyor." değerlendirmesinde bulundu.
Trump yönetimi Brunson konusundaki diplomasi kapılarını birer birer kapatırken, Ankara'nın İngiltere, Almanya ve Hollanda gibi AB ülkeleriyle düzelen ilişkileri, Moskova ile biraz daha yakınlaşması ve dünyanın farklı bölgelerinden finansal yeni ilişkiler geliştirme çabası, ABD'nin son yaklaşımının geri teptiğinin işaretleri olarak okunuyor.
“Kilit düzeyde önemli bir müttefikinize tek taraflı baskı yapamazsınız"
Bu durumu stratejik bir çerçeveden AA muhabirine analiz eden Cenevre Güvenlik Politikaları Merkezi Başdanışmanı Marc Finaud, ABD'nin kendine göre meşru da olsa bir ticaret sorununu çok taraflı temaslarla Dünya Ticaret Örgütü'nde çözmesi gerektiğini vurguladı.
Finaud, "NATO üyesi kilit düzeyde ve çok önemli bir müttefikinize karşı bu şekilde tek taraflı baskılar, tek taraflı önlemler alamazsınız ve yaptırımlar yapamazsınız. ABD nükleer silahlara sahip olsa da kesinlikle bu en iyi yaklaşım değil." değerlendirmesinde bulundu.
Sonuç olarak, şimdiden ABD tarihinin en tartışmalı başkanlarından biri haline gelen Trump, sadece ülkesinin rakiplerini değil, aynı zamanda geleneksel müttefiklerini de kendisinden uzaklaştırmaya devam ediyor ve bu durum en çok da ABD'yi yalnızlaştırıyor.