Kendilerini sahranın muhafızları olarak tanımlayan Filistinli bedevilerin yaşadığı El-Arakib köyü, İsrail’in güneyindeki Necef (Negev) çölünde bulunan, Tel Aviv rejimi tarafından köy statüsü verilmeyerek her türlü hizmetten yoksun bırakılan ve yıkım tehdidiyle karşı karşıya olan 45 Filistin köyünden biri.
Kudüs’ten güneydeki Birussebi (Beer Şeva) kentine giden otoyolun 102’nci kilometresinde, yol bariyerlerinden bir kısmının kesilerek açılan patika bir yol ile ulaşılan El-Arakib köyünde, atalarının mezarlarının yanı başında kurdukları çadırlarda oturan bir avuç Filistinli bedevi, İsrail’in kendilerine açtığı “iskân savaşına” karşı mücadele etmeye çalışıyor.
Üç gün önce 137’nci kez yıkımı gerçekleştirilen El-Arakib köyünün, bir zamanlar nüfusu 3 bin civarındaydı. Ancak İsrail’in zorunlu göç politikası ve uygulamalarına dayanamayan Filistinli bedevilerin sayısı bugün sadece yaklaşık 80 kişi.
Osmanlı Devleti Filistin topraklarından çekilmeden birkaç yıl önce, 1905’te Filistinli Bedevi El-Harbi (El-Arakib) aşiretinin büyük babası tarafından satın alınan El-Arakib köyünün arazisi, bölgeyi işgal eden İngiliz güçleri tarafından da aynı aşirete ait olduğu kabul edilmesine rağmen, İsrail makamlarınca bugün devlet arazisi olarak sahiplerinin elinden alınmak isteniyor.
Kültürel hafızalarını korumak ve bölgeye olan aidiyetlerini canlı tutmak için, vefat eden fertlerini köyün yanı başında kurdukları mezarlığa defneden El-Arakib köyünde yaşayan bedeviler, bugün İsrail devletinin uygulamaları nedeniyle en düşük hayat standartlarına dahi sahip değiller. Elektrik, su ve ısınma imkanının bulunmamasına rağmen, Filistinli bedeviler topraklarına sahip çıkma mücadelesine her ne pahasına olursa olsun devam edeceklerini söylüyor.
İsrail güçleri tarafından 3 gün önce yıkımı gerçekleştirilen El-Arakib’in büyüğü, aşiretin babası 69 yaşındaki Şeyh Seyyah Ebu Mudeyğem Et-Turi El-Harbi’ye (Ebu Aziz) de İsrail mahkemesince daha önce verilen 10 aylık hapis cezasının tenfizi için ihtarda bulunuldu.
El-Arakib aşiretinin Şeyhi Ebu Aziz, bu sabah saat 6 itibariyle İsrail’in başkenti Tel Aviv yakınlarındaki Remle Cezaevi İdaresi’ne teslim olmadan önce, AA muhabirine konuştu.
Üstünde kahve cezveleri bulunan mangal ateşi ile odun sobasının içini ısıttığı, yerlerde bedevi usulü serilen minderlerin bulunduğu çadırında misafirlerini karşılayan Şeyh Ebu Aziz, yaşananları, köyün tarihini, İsrail’in uygulamalarını ve hapis cezasının infazı öncesi duygu ve düşüncelerini anlattı.
Şeyh Ebu Aziz, konuşmasına başlarken öncelikle Filistinli bedevi kimliğine olan bağlılığını kendilerine, verilen isme karşı çıkarak, aşiret kültürünü ve aşiret isimlendirmesini tercih ettiğini, böylece bu mirasa sahip çıkmak istediğini ifade etti.
“Osmanlı Devleti’ne de belgelerine de saygı gösteriyoruz”
Bin 50 dönümlük El-Arakib köyünün arazisinin babasının büyük babası tarafından Osmanlı Devleti’nden satın alındığını ve bu satışa ilişkin o döneme ait belgeleri hala muhafaza ettiklerini belirten Şeyh Ebu Aziz, “1905’te, Osmanlı döneminde, babamın büyük babası bu araziyi satın almış. Burada yaşamaya başlamışlar. 1916’da da burada 6 adet su kuyusu açmışlar. Çünkü çevrede ne bir çeşme ne de herhangi bir nehir var. Bundan önce de 1914’te de köy arazisi üzerinde mezarlık kurulmasına karar vermişler.” dedi.
Çadırının önüne Osmanlı Devleti, İngiliz manda yönetimi ve İsrail makamları zamanında kendilerine verdikleri belgelerin kopyasını asan Şeyh Ebu Aziz, bedevi lehçesi ve bedevi üslup konuşmasıyla köyün tarihini şöyle anlatıyor:
“Türk Hükümeti yani Osmanlılar, buradaki haklarımızı 1917’ye kadar tanımış. Buraları işgal eden İngilizler 1917’den itibaren buradaki haklarımızı tanımış, ancak Türklerin bu memleketten çekilmesinin ardından, 1929’da satış sözleşmesinin yenilenmesini istemiş. İngilizlerin verdiği belgeler de var elimizde. Osmanlı Devleti’nin belgeleri de hala elimizde. Osmanlı Devleti’ne de belgelerine de saygı gösteriyoruz.”
Mezarlığın çevresinde yaşamlarını sürdürdüklerini, ataları tarafından açılan su kuyularından su ihtiyaçlarını karşıladıklarını belirten Şeyh Ebu Aziz, işgal devleti olarak nitelediği İsrail makamlarının 1971 yılında Necef çölünde yaşayan bedevilerin topraklarına ilişkin çalışma başlattığını ve 1973’te de toprak mülkiyetlerini kabul ettiğini ifade etti.
Şeyh Ebu Aziz, o dönemi çok iyi hatırladığını hatta “Şlomo Şiyzer” isimli bir İsrailli yetkilinin topraklarını ölçtüğünü vurgulayarak, toprak mülkiyetine dair belgeyi de aldıklarını söz konusu yetkilinin el yazısıyla da belgeye, “Bu arazide yapılan çalışmalar sonucu, arazinin metruk olmadığı, sahiplerinin hala üzerinde yaşamlarını sürdürdüğü tespit edilmiştir.” şeklinde bir ifade yazdığını kaydetti.
O dönem havadan çekilen fotoğraflarda köydeki evlerin belli olduğu, köylülere ait at ve develerin olduğu, tarlalarda buğdayın ekili olduğu görüldüğünü belirten Şeyh Ebu Aziz, “Burada yaşamımızı sürdürmeye devam ettik. Develerimiz, koyunlarımız, atlarımız, tavuklarımız vardı. Burada 4 bin 450 zeytin ağacı, keçi boynuzu, üzüm ve incir ağacımız vardı.” dedi.
“Toprak anne gibidir”
Şeyh Ebu Aziz, bir gün İsrailli yetkililerin kendilerine üzerinde yaşadıkları topraklarının devletin mülkü olduğuna ilişkin bir ihtarname getirmesiyle durumun farklılaşmaya başladığını belirtti. Daha sonra İsrailli yetkililerin bu kararına karşı çıktıklarını ve İsrailli yetkililerinin topraklarından çıkmak üzere kendileriyle pazarlık yapmaya çalıştığını kaydederek şunları söyledi:
“1998 yılıydı. Ben bu duruma karşı çıktım ve dedim ki toprak üzerinde pazarlık yapılmaz. Çünkü bu topraklarda babalarımız, atalarımız ve çocuklarımız defnedildi. Burası bizim tarihimiz. Eğer biz bu topraklar üzerine pazarlık yaparsak, kendi kimliğimiz üzerine pazarlık yapmışız demektir. Bizim bu topraklardaki varlığımız İsrail’in varlığı gibi değil. Biz bu topraklarda doğduk, bu topraklarda öleceğiz. Toprak anne gibidir, bizi karnında taşır, göğsünde de emzirir. Dolayısıyla üzerine kıyamete kadar pazarlık yapılmaz.”
Şeyh Ebu Aziz, İsrail’in bir işgal devleti olduğunu ve işgal devletinin de zevale mahkum olduğunu vurgulayarak, “Bu devlet şimdi bizi bu toprakları gasp etmekle suçluyor. Bizi gaspçı, devletin kanunlarını çiğneyen ve ruhsatsız mesken inşa etmekle suçluyor.” ifadelerini kullandı.
Osmanlı Devleti’nin Filistinlilere olan insani yaklaşımından bahseden Şeyh Ebu Aziz, “Bu topraklarda en fazla Türkler hüküm sürdü. Bir kez olsun buradaki insanlardan ev inşa etmeleri için ruhsat istemediler. İngilizler bile böyleydi. Ancak İsrail Necef’te kendi topraklarında kalan bir avuç Filistinlinin de topraklarına göz dikmiş durumda.” dedi.
Şeyh Ebu Aziz, topraklarından olmaktansa hapse girmeye hazır olduğunu belirterek, “Topraklarımız üzerine pazarlık yapmaktansa hapse girmeyi tercih ederim. Topraklarımızdan, Filistin’in topraklarından, ata ve ecdat toprakları ve hatta peygamberlerin topraklarından bir metre toprak vermeyeceğiz.” şeklinde konuştu.
Filistin topraklarının kutsallığına işaret eden Şeyh Ebu Aziz, “Bu topraklar Müslümanların ilk kıblesi ve üçüncü harem-i şerifi olan Beyt’ul Makdis’i (Mescid-i Aksa) içinde barındırdığını" söyledi.
2010’da büyük yıkım
Şeyh Ebu Aziz, İsrail’in ilk defa 1998’de köyde yıkıma geldiğini belirterek, “Asıl büyük olayı ise 7 Temmuz 2010’da yaşadık. İsrail buldozerleri yüzlerce polis eşliğinde köye girdi ve köydeki tüm evleri yıktı, köyde diktiğimiz binlerce zeytin ağacını kökünden kopardı ve köyün tüm mahsulünü itlaf etti.” şeklinde konuştu.
İsrail’in bu yöntemi o günden bu yana sürdürdüğünü ifade eden Şeyh Ebu Aziz, “İsrail bu köyü içindekilerle birlikte tam 137 defa yıktı. Bize karşı de 70 ayrı dosya açmış durumda. Yani beni uluslararası bir suçluya dönüştürmüşler. Ben tarihte hiçbir köyün 137 defa yıkıldığını ve köyde yaşayanlara karşı 70 ayrı suç dosyası açıldığını duymadım.” beyanında bulundu.
Şeyh Ebu Aziz, “Madem ki ben bir suçluyum, neden beni vurmuyorsunuz? Vurun da kurtulayım bu dünyadan. İsrailli bakanlar hırsızlık ve yolsuzluk yapıyor, onların dindarları her türlü haltı işliyor, hırsızlık yapıyor, sahtecilik yapıyor, her gün Filistinlilere saldırıyor. Ancak onları koruyan kanunları var. Ama bizim elimizde ise hiçbir şey yok.” siteminde bulundu.
“İsrail bir terör devletidir”
İsrail’in bir terör devleti olduğunu vurgulayan Şeyh Ebu Aziz, “İsrail bir terör ve Yahudi yerleşimci devletidir. Filistin halkını terörizmle suçluyorlar. Hayır, kim onların topraklarını işgal etmişse asıl terörist onlardır. Eğer Araplar, Filistinliler terörü öğrenmişlerse de, (İsrail Başbakanı Binyamin) Netanyahu’dan ve Yahudi yerleşimcilerden öğrenmişlerdir.” şeklinde konuştu.
Şeyh Ebu Aziz, bugün onurla, başı dik bir şekilde cezaevine gireceğine dikkati çekerek, “Ben kimliğim üzerine pazarlık yapmadım, topraklarımızdan bir karış bile pazarlık konusu yapmadım.” dedi.
Asıl yargıcın Allah olduğunu vurgulayan Şeyh Ebu Aziz, “Asıl hakim alemlerin rabbi olan Allah’tır. Kaç devlet hüküm etti de zevale uğradı. Ama Allah’ın hükmü bakidir. Zulüm ebedi olamaz.” ifadelerini kullandı.
“İsrail yaralarımızı yeniden deşti”
Şeyh Ebu Aziz, 1948’de Filistinlilerin zorunlu göçe tabi tutulmasıyla oluşan büyük yaranın ardından bugün bir kez daha yaralarını deştiğini vurgulayarak, “İsrail, bize Nekbe’yi (1948) yeniden yaşatıyor, bir kez daha yaralarımızı deşti. Ancak eğer aklı başında, Arapların ve Yahudilerin birlikte yaşamasını isteyen bir devlet olsaydı bu yaraları deşmezdi.” açıklamasında bulundu.
Köydeki mezarlığı işaret eden Şeyh Ebu Aziz, “Vallahi bu mezarlıkta metfun olanlarla birlikte oluncaya kadar buradan vazgeçmeyeceğiz. Bizim bu köyümüz İsrail’den de İngilizlerden de eskidir. Bu devlet hem Osmanlı’nın izlerini hem de Filistin halkını bu topraklardan silmek istiyor.” şeklinde konuştu.
Şeyh Ebu Aziz, son olarak Osmanlı Devleti’ne minnettar olduklarını belirterek, “Bugün de onların torunlarını takdir ve teşekkürle takip ediyoruz. Türkiye’ye, devletine ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Filistin davasına olan desteklerinden dolayı teşekkürlerimi sunuyorum.” ifadesini kullandı.
El-Arakib Köyü
El-Arakib köyünde, yaklaşık 80 İsrail vatandaşı Filistinli yaşıyor. İsrail yönetimi, köyün yasa dışı yollarla kurulduğunu ve yıkılması gerektiğini iddia ediyor. Köy halkı ise bu toprakların, İsrail'in kurulmasından çok önce dedelerinden kendilerine miras kaldığını vurguluyor.
Köylüler, İsrail güçlerinin her yıkım işleminin ardından ahşap ve plastik malzemelerle evlerini yeniden inşa ederek direnişlerini sürdürüyor.
Necef bölgesindeki diğer köylere olduğu gibi elektrik ve su gibi zorunlu hizmetleri sunmayan İsrail, bölgede yaşayan Filistinlilerin arazi mülkiyetini de tanımıyor.
Filistin kaynaklarına göre, İsrail şimdiye kadar, 220 bin Filistinlinin yaşadığı 12 milyon dönümlük Necef Çölü'nün 11 milyon dönümüne el koydu.